Hayata Dair Eleştiriler 4: ‘Sadece Sevilmek İstedim.’

#hayatadairelestiriler Elena’nın yaşamı boyunca üstünde çok düşündüğü fakat bir o kadar az kişi ile paylaştığı, genelde susup içine attığı düşüncelerin çığlıklara dönüştürülmüş halidir.

Özellikle bu cümleye ayar olma sebebim kısmen benim kişisel hayatıma dayandırılabilir. Bugüne kadar olan gözlemlerimden kendi cinsimle ilgili vardığım sonuçlardan birisi de aslında kadının güçlü olduğunu erkeklere değil kadınların kendisine söylenmesi gerekliliğidir. Çünkü kadını güçsüz görenlerin geneline baktığımız zaman erkekleri değil yine kadınların kendilerini görüyoruz. Bu konu aslında tartışmaya çok açık ve ben böyle yazdığım için bana taciz, tecavüz olaylarını delil göstererek konuşanlar olacaktır. Ama buradaki düşüncelerim madalyonun diğer yüzüdür. Hatta ben birçok sorunun kökeninin bu olduğunu düşünüyorum. Kısaca çoğu kadının erkeğe kendini koşulsuzca teslim etmesi.

Hani diyorlar ya ‘Sevgi bir ihtiyaçtır.’diye. Ben buna inananlardan değilim. Bence sevgi lükstür. Her anne baba çocuğunu sevmez o kadar da sanılanın aksine. Biz her zaman sevgiyle dünyaya gelmeyiz. Evet, varlığında her şey daha parlak, daha güzel, daha mavi gözükür fakat yokluğu da yine sanıldığının aksine cehennem kırmızısı kadar acı verici değildir.

Bu konu nereden açıldı size neden bunları anlatıyorum oradan başlayalım en iyisi. Sosyal medyada hatırı sayılır takipçiye sahip bir hanım kızımız var. Bu hanım kızımız kocası ile evlenirken epey sıkıntı çekmiş. Aile vermek istememiş, adam haberlere falan çıkmış gibi olaylar sonunda mutlu bitti denilmiş. Yani aile kızın adamla evlenmesine izin vermiş. Ardından bahsi geçen kızımız cilt kanserine yakalanıyor ve işte burada işin rengi değişiyor. Ne kadar sosyal medyada destekçisi, moral vereni olsa da kocası olacak insan demeye utandığım adam kadını acil servisin önünde ‘Senin hastalığından bıktım.’ Darp ediyor.  Olayı ilk haber sitelerinde okuduğumda doğruyu söylemek gerekirse üzülmüştüm kadın için. Hala üzülüyorum fakat aslında kadının kendini lanse ettiği kadar suçsuz olduğuna inanmıyorum. En azından benim adalet terazimde değil. Kadının ne durumda olduğunu merak ettiğimden ötürü profiline girip biraz göz attım. En azından ailesi destek olmuştur herhalde diye düşünerek. Keşke girmeseydim ve keşke o kadın hakkındaki düşüncelerim değişmeseydi. Profiline tutturulmuş yazıları okuduğum an zaten bakış açım değişti.

‘Çok şey istemedim korunmak korlanmak istedim. Sadece birazcık sevilmek istedim. Hepsi buydu tek suçum güvenmek…’

Bu bir profildeki yazılardan bir kesit

Bir erkeğin ağzından bunu duyma olasılığınız herhalde milyonda birdir. Çünkü erkek dediğin varlık ataerkil düşünce yapısı yüzünden birazda sevgisiz, bağımsız ve tek başına ayakta durabileceğini bilen bir varlıktır. Evet, biz kadınlar daha duygusalız. Fakat hiçbir sebep kendini birinin kollarına koşulsuz bıraktığını haklı çıkarmaz. Gerçekten böyle kadınlara ‘Sen Bihter Ziyagilsin, kendine gel!’ diyesim geliyor.
Ama bunu işte şöyle formüle etmek zorundayız. Bu erkeğe de anlam katar kadına da… Bu duyguları koruyalım ama kadın evinde üretimden çekilip bütün istikbalini bir adamın vicdanına, aşkına, samimiyetine, günün sonunda bir gün aklının karışmasına yanılgılarına bırakmamalı.
Bunu mantıklı bir insan söylemez, söyleyemez. Biz insanız, hiçbirimiz kusursuz değiliz. Senin için onlarca belki de yüzlerce fedakarlık yapan birisi için bile –kadın erkek fark etmez- bir ‘Acaba?’ kapısı bırakılmalıdır çok da abartmadan.

Kendi kendimizi koruyabilecek fiziksel güce sahip olmasak dahi Yaratıcı bize bu gücü dolaylı yollardan kazanabilmemiz için daha karmaşık, analitik düşünebilen bir beyin vermiş değil mi? Kendi kendimizi sevmek için aynaya baktığımızda gördüğümüz yüzün gurur duyabileceğimiz şeyler yapmış olması için de aynı zamanda.

Ben ne zaman bu lafı birisinden duydum –inanın gerçekten çok duydum- hep benzer profil çiziyorlar.

Ailesi tarafından dışlanmış / hor görülmüş
Belli bir sosyal statüye ulaşamamış
Maddi bağımsızlığı yok
Kendini geliştirememiş

Hep benzer çizgiler benzer sözler ama aynı gözyaşları.

‘Eşeği sağlam kazığa bağlamak.’ Diye bir söz var mutlaka duymuşsunuzdur bir yerlerden. Hayatta kötü, sarsıcı şeyler olabilir ben bunu kabul ediyorum. Fakat elimizden gelen her önlemi almalıyız ki o eşek kaçmasın. Sadece mantıkla düşünmek insanı hep iyi ya da isteyeceği bir yola sürüklemez ama kalbinizle düşündüğünüz zaman işte o zaman çok daha acı verici çok daha keskin yollara sürüklenebilirsiniz. Önemli olan o dengeyi tutturabilmek.

Bunları söyleme hakkını kendimde bulmamın bir sebebi var. Sadece bir haykırış bir hayata dair eleştiri olduğundan ötürü değil. Ben sevgisizliğin zaman zaman iliklerime kadar hissedebildiğim bir evlilikte büyüdüm.  Ergenlik çağımda bende bu ablalar gibi ‘Sevilmek istiyorum.’ Naraları attım, evet, bunu inkar etmiyorum ama bu ergenlikte kaldı. Bunu bir nedenmiş gibi gösterip kendinizi ulu orta yerde acındırmanız kadınları güçsüz gösteren şeydir bence. Sanki sevgiye, ilgiye, şevkate mecbur bir türmüşüz gibi. Bu sevgisizlikten güç alıp dik durmak her yiğidin harcı değil. Bu yüzden zor olan seçenek zaten. Fakat kolaya kaçanları hayat zaten sevmez.

Bitirirken yine olmayacaktır ama ben yine de iki kelam edeyim. Kimse bana burada ‘Bırak insanlar hayatını nasıl yaşıyorsa yaşasın.’ Demesin lütfen. Çünkü benim eleştirdiğim bu insanlar hayatlarını kapalı kapılar ardında yaşamıyorlar.Eğer eleştirilmek istemiyorsan absürd insanlarla uğraşmak istemiyorsan bu işe girmeyeceksin. Bu kadar basit bir denklem.

Sonuçta hayatta her şeyin bir bedeli vardır.

Seni Tanıyabilir Miyim?



Kiremithanem’in başlattığı bir mimde Yalçın Güler tarafından mimlendim. Mimin amacı birbirimizi daha iyi tanımakmış. Çoğu soruya üstü kapalı cevap verdim malum anonim blogger olduğumdan ötürü. Diğer mim yazısında da söylediğim gibi kimseyi sipesifik olarak mimlemeyeceğim vakti olup bu soruları cevaplamak isteyen dünyalılar benim tarafımdan kendilerini mimlenmiş sayabilirler.



1-Kaç yaşındasın, mesleğin nedir ?


21 yaşındayım. Elektrik elektronik mühendisliği ikinci sınıf öğrencisiyim. İnşallah mühendiz hanım olacağım.




2- Nerede yaşıyorsun, en sevdiğin yerin fotoğrafını paylaşır mısın ?


Yaşadığım yeri açık olarak afişe etmek istemiyorum. Dünyalılarımdan biriyseniz biliyorsunuzdur zaten.




Okula gidiş yolum bir köprünün üstünden geçiyor. Bu yapay gölü izlemek hep bana huzur vermiştir. (Bu köprü en kötü deneyimimi yaşadığım köprü. Evet. Okumak için tık.)





Bu da bizim bölümün arkasındaki manzara. (Hatta sınıfımızın manzarası)


3- Günlük hayatta seni mutlu eden şey nedir ?

Tadı güzel olan yemekler yemek.


4- En sevdiğin meşguliyetin/hobin nedir ?

Çok fazla hobim var aralarından bir tanesini seçmek zor açıkçası. Kendi ajandamı kendim tasarlamayı seviyorum, bloga yazı yazmayı seviyorum


5- Evinin en sevdiğin köşesinden bir fotoğraf paylaşır mısın ?


Gerçi burayı epey değiştirdim şu an bu kadar karmaşık değil ama aslında evin en sevdiğim köşesini fotoğraflamak biraz zor.


6- En sevdiğin kitap ve ondan bir bölüm paylaşır mısın ?







7- Şahit olduğun bir mucize var mı ?


Mucizeden ziyade bir sürü tuhaf tesadüfe şahit olmuşluğum var.


8- En çok görmek istediğin ülke hangisidir ?


Aslında Fransa’ydı bu sorunun cevabı fakat gittim ne kadar ağız tadı ile gezemesem de. Şu an görmek istediğim değil de Japonya’da bir süre yaşamayı çok istiyorum
.



9- Sana göre en büyük başarın nedir ?

Şu an için ‘bana göre’ bir başarım yok açıkçası. Yaptığım ya da yapmakta olduğum şeyler bana başarı gibi gelmiyor. Başarılı gibi hissettirmiyor. En azından henüz.



10- Ölmeden önce mutlaka yapmak istediğin şeyler nelerdir ?


Japonya’da bir süre yaşamak ve Japonca öğrenmek. Kendi markamı kurmak. Seminerlere, konferanslara konuşmacı olarak katılıp insanlara hitap etmek. Aslında hepsinin özeti şu gücümün yettiği kadar harika bir insan olup birilerine örnek olmak istiyorum. Hem kadın olup başarılı olmuş bir mühendis, yazıları ile ilham veren bir blogger, genç ve başarılı bir girişimci … Daha birçok sıfat var kazanmak istediğim aklımda fakat burada hepsini afişe edersem sürprizi kaçar


Üniversite Nedir? Ne değildir?



Tekrardan merhaba sevgili dünyalılar. Instagram’da soru bankası satan bir yayınevinin sayfasında ‘Bir sene sık dişini seneye üniversite çimlerinde uzanacaksın.’ Sözünü gördükten sonra kafası atan Elena bu yazıyı yazmaya karar verdi.

En büyük hurafe ile başlayalım. ‘ÜNİVERSİTE ORTAMI ÇOK FARKLI.’


Allah aşkına insan aynı insan üniversitedekiler uzaylı değil sonuçta. Böyle olunca üniversite nasıl farklı olabilir? Sorun insanların cahilliği. Evet, gerçekten böyle. Üniversite iki tip insana ‘FARKLI’ gelebilir.

Tip 1: Daha önce yaşadığı (ya da doğduğu) şehirden hiç ayrılmamış insanlar. Bu insanlar sürekli benzer tip ve aynı kültür yapısına sahip kişiler ile tanıştıkları için  ülkenin dört bir yanından gelen insanlarla aynı ortamda bulunmak onlara aşırı farklı gelir.

Tip 2:
Hayatın sillesini yememiş insanlar. Herkesin olgunlaşma vakti farklıdır. Olgunlaşma dediğimiz şey ise zaten kazık yemek ve bundan ders çıkarmaktır. Bazıları vardır ki üniversiteye kadarki olan eğitim hayatları onlara rüya gibi gelmiştir, sürekli lisenin veya ortaokulun özlemini çekerler, kazık denebilecek bir olay başlarına gelmemiştir. Durum böyle olunca üniversitede yedikleri kazıklar, gördükleri iki yüzlülükler haliyle onlara ‘Çok farklı’ gelecektir.

Okulun ilk gününden çekinenler için dipnot: Öğretim hayatı boyunca on kadar okul değiştirmiş ve okulun ilk gününden nefret eden biri olarak söylüyorum ki korkacak bir şey gerçekten yok. Zaten üniversitede herkes sizin gibi yeni olacak. Bu yüzden arkadaş bulmanız kaçınılmaz olacaktır. ^^

Klasikleşmiş bir üniversiteli görüntüsü: ‘ÇİMLERE UZANMAK’


Belki birinci sınıfın ilk zamanları ve hazırlık döneminde olabilir. Yine de kaliteli hobiler edinebileceğiniz, kulüplere katılarak özgeçmişinize en ufak bir artıyı bile kar saymanız gereken bu dönemde çimlerde çok vakit geçirmenizi önermiyorum. Kolay kolay da zamanınız olmuyor zaten. Ya eve gidersiniz, ya arkadaşlarınız çağırır ya da sınavlar….

Nasılsa arkadaşım yerime imza atar: ‘DEVAMSIZLIK MEVZUSU’


Hangi bölümde okursanız okuyun şöyle bir gerçek var. Ders derste öğrenilir. Ve bazı hocalar yoklamayı kendileri alabiliyorlar veya sınıfı sayabiliyorlar. Mimlenirseniz eğer bu inanın istediğiniz en son şey olur. Bunun haricinde her dersin o dönemdeki toplam saatinin dörtte biri kadar devamsızlık yapabiliyorsunuz sanırım. Ve bu devamsızlıklar genelde günü gününe sisteme girilmez. Sizin saymanız gerekir. Mutlaka minik bir deftere yazın ki daha sonra BB ile geçtiğiniz dersiniz devamsızlıktan yanmasın.


‘YATA YATA BİTER.’


Arkadaşlar bu cidden yalan. Hadi yine mantıklı düşünelim. İlk rakamları öğrettiler sonra dört işlemi. Ardından cebir girdi olaya. Her adımda daha da zorlaşırken üniversitenin kolay olma ihtimali ne acaba? Ki çoğunuz kendinizi tam anlamıyla parçalayarak girdiniz bölüme.
Eğer dersleri haftalık ya da günlük tekrar yapmazsanız ve her şeyi sınav dönemine bırakırsanız yetiştiremeyip kalma olasılığınız çok yüksek.

‘KESİN İŞ BULURSUN. BİLEĞİNDE ALTIN BİR BİLEZİK VAR’


O altın bakır oldu nine haberin yok senin. Sakın kazandınız diye yan yatmaya başlamayın. Üniversite mezunları işsiz diyorlar ya. O mezunlar ellerinde sadece bir diploma ile mezun olanlar. Hiçbir sosyal topluluğa katılmayanlar, hiçbir sertifika almayanlar. Girdiğiniz an –hangi bölümde olursanız olur- ilk önce dilden başlayarak kendinizi geliştirmeye başlayın. Mezun olduğunuzda elinizde bir yığın belge olsun.


‘Hocalar hiçbir şey öğretmiyo yeaaa’


Üniversiteyi lise sanmayın. Size bilgi hazır verilmez. Siz hocaların peşinde koşarak, anlamadığınız yerleri defalarca anlatmasını isteyerek, kah soru bulup götürerek anlamak zorundasınız. 
Bazı üniversiteler var gerçekten hocalar aşırı derecede egolu olabiliyor. Ama bunun kolay olacağını kimse size söylemedi.

‘Hocalara yalakalık yapmak’


Bu biraz tembel ve aptal insanların çözümü benim gözümde. İnsanoğlunun kafasına koyduğu zaman yapamayacağı şey yoktur. Birde veya ikide olmasa üçte mutlaka geçersiniz o dersi. Hocalar sizin yüzünüzü isminizi bilmesi genelde artıdır ama yine de çok sivrilmeyin, göze batmamaya çalışın.

Not Tutma Mevzusu


Bu bölümden bölüme değişen bir durum. Şöyle ki bazı bölümlerde hocalar tamamen slaytlardan işlerler, okurlar en fazla bir iki ekleme yaparlar ve bu slaytlar sizde vardır. Bazılarında hocalar kitap ister. Kafanız kadar kitaplar. Ve  bunlardan işlerler bazen ekleme bazen çıkarma yaparlar. Bazıları sadece yazarlar, yazarlar ve yazalar. Yazdıklarına bazen üst sınıflardan veya bölümün fotokopicisinden ulaşabilirsiniz. Bunları dersler başladığı anda öğrenmeniz gerekiyor. Ve eğer not tutulması gerekiyorsa birilerinden almak yerine kendiniz not tutun. Çünkü başkasının yazdığı yazıdan, kısaltmaları anlamama olasılığınız bulunmakta.

Aklıma gelenler bu kadar. Eğer eklemek istediğiniz  şeyler varsa aşağı düşünce olarak bırakırsanız sevinirim.

Akıma Karşı #2

İnsanları olduğu gibi kabul etmek neden bu kadar zor?

Çevremdeki çoğu insan çevrelerindeki çoğu insanı o kadar çok abartıyor ki. Somut bir örnek vermeden anlatamayacağım sanırım.

Türkiye'nin en iyi üniversitesinde okuyan birini düşünün. Bu biri çevresindeki insanlar tarafından 'Çok kültürlü, görgülü' bir insan olarak anlatılıyor.  Bahsi geçen kişi ile karşılaşıyorum. Beş dakika sohbet etmem yeterli oluyor. Çevresi tarafından deli gibi abartılarak anlatılan bu insan benim için 'Vasat' seviyesinden öteye geçemiyor.

Peki neden insanlar bu kadar abartıyor? Kendi açıklarını kapatmak için mi? Sonuçta körler ülkesinde tek gözlü insan kral olur değil mi? Fakat olay öyle ise neden iki gözü de gören birini kral yapmak yerine tek gözlü birini yapıyorlar? Kendilerine daha yakın hissettikleri için mi?

Çevremdekiler hep kendimi büyük gördüğümü söyler. Hayır, ben kendimi büyük görmüyorum. Bunu yüz binlerce kez belki sorguladım aynanın karşısında. İnsanlar sandığından çok daha küçük varlıklar. En azından bizim insanımızın çoğu öyle. Gününün yarısının sosyal medya hesaplarından onlarca kez izledikleri ve paylaştıkları videoyu yeniden izleyip paylaşmakla uğraşıyorlar. Bilim, kültür veya bilgi peşinde koşan yok.

Hep ikiyüzlülük hem sinsilik hep birine çelme takmak için oyunlar.

İşte bende onlara sonunda diyorum ki 'Ne zaman benimle sohbet ederken bir tek kelimeme bile O ne ya? demeden geçerseniz o zaman sizi küçük görmem.'


28.02.2018

10.25

Hayata Dair Eleştiriler 3: Uyumak


#hayatadairelestiriler Elena’nın yaşamı boyunca üstünde çok düşündüğü fakat bir o kadar az kişi ile paylaştığı, genelde susup içine attığı düşüncelerin çığlıklara dönüştürülmüş halidir.

 Uyumak

nesnesiz (nesne almayan) eylem 

1)uyku durumunda olmak.

2)ilaç vb. etkisiyle, ağrı duymayacak denli derin bir uykuya dalmak.

3)mec.
çevresinde olan bitenlerin farkına varmamak.


4)mec.
(iş için) hiçbir işlem görmemek, el sürülmemek.

5)argo
kanmak, aldanmak.

   Bu uyku olayını kim nasıl başlattı bilmiyorum. Ama geçmişte böyle olmadığına eminim. Belki sizsinizdir belki de bir arkadaşınız. Sürekli uyuyan, uyuklayan, uyumayı seven insanlar. Birçok nedeni olabilir bu durumun. Yapılacak hiçbir şey bulunamaması veya sağlıksal bir bozukluk. Ama benim üstünde duracağım sebebi mutsuzluk. Mutsuzluk yüzünden uyumamız.

Yaşanması gereken onca şey, öğrenilmesi gereken onca bilgi ve edinilmesi gereken onca deneyim varken bir insan neden uyumayı seçer? Neden her şeyden kaçmaya sığınır? Bunun cevabı 26 Ocak gecesi dank etti kafama. Mutsuzluk yüzünden. Mutluluğun ne olduğunu, nasıl hissettirdiğini bilmemiz yüzünden uykuya kaçıyoruz.

Kimi zaman ise ortada bariz olarak duran çözümlere karşı kafamızı kuma gömme fikri daha cazip daha seçilebilir geliyor. Bundan daha kötü olan şey ise çözümün ‘Zaman’ olmasıdır. Sorunun çözümünün ‘zaman’ olduğunu fark eden insanlar ‘Belki daha hızlı geçer.’ Umudu ile ve birkaç saat olsa bile o ortadaki stresten kaçmak için uykunun kollarına teslim ediyor kendini. Fakat bu uyku çoğunlukla huzurlu olmuyor. Vücudumuzu dinlendirmek yerine çok daha fazla yoruyor.
Bu yüzden bazılarımız kaç saat uyursa uyusun ya da hangi saatlerde hiçbir şekilde uykusunu tam olarak alamıyor, dinç bir şekilde başlayamıyor güne.

Çözüm hakkında karalayabileceğim pek bir şey yok aslında çünkü bende tam olarak çözemedim kendi uykusuzluk problemimi. Sadece çözümlerden kaçmak yerine yüzleşmeyi deneyelim olmaz mı? Ya da en basitinden hayatımızda bizi mutsuz eden faktörleri tespit edip, söküp atalım onları.
Mutlu uykuyu birkaç kez deneyimledim. Gerçekten. Hayatımın son on yılı boyunca olan uykularımın hiçbiri ya da hepsini toplasanız bile o sadece iki saatlik uykunun verdiği enerjiyi veremedi bana.

Mutlu kalın dünyalılarım.