Ağustos Gözdelerim

Merhaba Dünyalılar! Yeni bir yazı dizisi ile karşınızdayım. Aslında mantık bu youtuberların 'Favorilerim' videoları ile aynı. Ama ben size burada daha çok yeni keşfedebileceğiniz şeyler sunmaya çalışacağım. (Umarım başarılı olurum) Hemde ben ne kadar çok şey yapsam da hiçbir şey yapmamış hiçbir şey keşfetmemiş hiçbir şey öğrenmemiş gibi hissetmekten bir nebze olsun kurtulabilirim belki.


Başlıyoruz o zaman. Bayanlar ve baylar karşınızda Ağustos ayının gözdeleri!



Minimalizm

Bunun hakkında çok uzun yazmayacağım çünkü iki aylık bir deneme sürecindeyim şu an. Zaten eğer ki başarılı olursam bunun için yazacak uzun bir yazım var bu yüzden ne desem size yazı hakkında bilgi vermiş olacağım ondan biraz bekleteceğim. 


Kısaca özetlemek olursa zaten minimalizm benim hayatta eşyalara karşı olan felsefemle neredeyse bire bir uyumlu bir şeymiş. Tabi ben birkaç video ve bir belgesele kadar bunu fark etmemiştim. İyi ki de etmişim. Şimdilik bunun hakkında daha fazla konuşmayacağım söyledim ya yazı yakında!


Ilgın Özgan

Kendisi bir youtuber ve aslında bir arkadaşımın tavsiyesi ile keşfettim onu. (WhereisÖzge'ye selamlar) Ama bayağıdır abonelik listemde duruyordu, videolarını hiç izlememiştim. Sonra kafama saksı mı düştü yoksa bir yere mi çarptım emin değilim izlemeye başladım. Bende bir kanalı beğenirsem kanalın içinde illa ki bir dört saat geçirip çoğu videoyu izlemek gibi bir takıntı var. Dört saatim 'Pırrr' diye Ilgın'ın kanalına uçtu.(Pişman değilim)


Hatta minimalist biri olduğumu onun bu videosu sayesinde keşfettim. Ama sadece olay bununla sınırlı değil tabi ki. Ilgın'ı kendime aşırı benzetiyorum nedense. Belki başak burcu olduğundandır (ahahhaha) şaka şaka. Bir videosunda 'Ben barlarla clublara gidip harcayacağım parayı biriktirip yurt dışında farklı kültürün bir tabak yemeğini yiyerek harcamayı tercih eden birisiyim.' demişti. İşte asıl bu cümlesiyle beni kalbimden vurdu. Düşünce tarzlarımız, tercihlerimiz birbirine çok benzediğinden bayıldım ona sanırım. 

Ne kadar onun gibi küçük yaşta yurt dışına tek başıma çıkıp görme şansım olmasa da bir noktadan sonra bunu yapacağıma eminim.



Hazır sevdiğim youtube kanallarından bahsetmişken Rachel and Jun'u es geçmek olmaz. Bu çift tam anlamıyla ben idolüm! Kedilerinden tuttun, Japonya'da yaşamaları, Ilgın ve Sebastian gibi ülke ülke beraber gezmeleri, Jun'un yemek videoları, Rachel'in sohbet videoları... Adamlar resmen hayalimdeki hayatı yaşıyorlar ya. Umarım bende bir gün bu seviyeye ulaşabilirim.


Rachel'in tasarladığı Sakura takımına bayıldım. Ama bilin bakalım ne yok? 




WatchWellCast



Son youtube kanalı. Böyle animasyon videolarına zaten bayılıyordum ben bir de içerikle harika olunca tadından yenmiyor ya.  Hani o konuyu dinlemeye ihtiyacım olmasa bile böyle çizimli animasyonlarını izlemek için baktım bir çoğuna. 



Çilekli Tart

 


Şimdi bir konuda anlaşalım. Ben aman aman bir çilek hayranı değilim. Ama bu tart cidden hayatımda yediğim en güzel beş yiyeceğin içine girer. (Diğer dördü ne diye sormayın inanın bilmiyorum.)

Ben bu tartların minik versiyonlarından (galiba tartolet deniyor) yemiştim ve onlara ayılıp bayılıyordum. Daha sonra bunun büyük versiyonunu gördüm ve dedim ki 'Aga ben bunu doğum günümde alacağım ve oturup yiyeceğim.' (Adana'da olanlar için Pak Fırından aldım ve fiyatı 40 tl) Evet kendi kendime doğum günü hediyem tart oldu ve pişman değilim.

Altı kişilik yuvarlak pasta büyüklüğündeydi. Ve hepsini on iki saat içinde yedim. Hala yaşıyorum. Şükür bugünde ölmedim.


Bellarom Kahve


Üçü bir aradalar, neskafe goldlar hiçbiri bende işe yaramıyor artık. O kadar çok kahve içtim ki artık kafein vücudumu ayakta da tutmuyor fakat içmediğim zaman gün boyu baş ağrısı ile geziyorum.Bu kahvenin tek içimliklerinden getirmişlerdi bize iki sene önce yurt dışından. Ve inanın bir bardak ile dört saat uyusam bile  çok enerjik geziyordum. Süt katılmıyor diye biliyorum daha doğrusu ben öyle içiyorum sadece kahve ve şeker. Ama kahve ne kadar yumuşak içimli olsa da özellikle biraz açsanız midenizi ağrıtabiliyor. Bu sene gene aklıma gelmişti kahve gelmeden üç gün önce falan. İnternette durmadan kahvenin markasını arıyordum.  Epey bakındım ama Türkiye'de yok sanırım.

Bunun (ve beş paket kahve daha geldi) geldiği günden önceki gün benim kahvem bitmişti ben evde hayıflanıyordum. 'Keşke biri  kahve getirse bana diye.' Ertesi gün beş paket kahve ta daaa. Ya neden benim bütün dilek haklarım yemeğe gidiyor ya.


Dilek hakkı derken de hani bazen içinizden bir şey geçer de oluverir ya. O zamanlardan bahsediyorum. Ki bu her zaman olmuyor tabi. Ama ne zaman olsa ya bir yemek... Aaa gerçi ben sürekli yemek düşünüyor da olabilirim bilemedim şimdi bak.

Noktalı Defter




Özellikle bullet journal ile uğraşanlar için noktalı defter vazgeçilmez. Fakat benim gibi babanız zırnık koklatmıyorsa ve Türkiye'de yaşıyorsanız epey zor bulmanız. Özellikleiki marka var çok kaliteli ve pahalı defterleri olan fakat dedim ya. Çok pahalı. Türkiye'de bu hobi ile uğraşanlar artınca hemen el atmışlar ve bir noktalı defter çıkarmışlar. Ben bunu iki ay önce Instagram'da görmüştüm. Ama almamıştım Bana Instagram'da tanıştığım bir arkadaşım doğum günü hediyesi olarak göndermiş. Aylar önce konuştuğumuz bir konuyu hatırlayıp bir de bana hediye etmesi...  Neyse bunun üstünde çok durmayacağım yakın bir zamanda Instagram'da bir yazı yazıp ona teşekkür etmek istiyorum çünkü.




'Yahu sen neden almadın peki?' derseniz şu yüzden. Bana çok pahalı geldi. N11.com'da satışta bu ürün ve o fiyata bu defter... Aynen arkadaşıma da bunu demiştim. (ahahha) O yüzden almadığımdan haberi vardı yani. Ayy sonuçta üçüncü bullet journal defterim belli oldu.

Meraklısına tık.


Pazartesi Sendromu



 Evet bu da bir defter ve bu da doğum günü hediyesi. (bakmayın öyle doğum günümde aldığım iki hediye var zaten aha tartı da sayıyorsanız üç) Ama bu defterin ismi kesinlikle pazartesi sendromu olmalı. Cidden hayatımda gördüğüm en ilginç defter ve ne hakkında kullanacağım hakkında en ufak bir fikrim yok. Ama gerçekten ba-yıl-dım. Hele içine koyduğu o zarif not yok mu. Gözlerim dolu dolu oldu.




Hani güzel insanlar var ya? Onlar varlar! Evet çevremizde yoklar belki ama varlar. Ve kader elbet bizim o güzel insanlarla hayatımızı kesiştirecek.


Evet Ağustos ayının gözdeleri bu kadardı. Yeni yazı dizisi hoşunuza gitti mi, aranızda ilginiz çeken şeyler oldu mu lütfen yorum yazmayı unutmayın. Ve eğer kanalıma abone değilseniz...

Şaka yapıyorum be. Kendinize iyi bakın dünyalılar!


Öğrencilere İndirim mi? Ooo Alırım Bi Dal!

Uygulamalara para vermek uzun bir süre gözüme gereksiz parayı çar çur etmek için bir yol gibi gözükmüştü. Ta ki spotify uygulaması ile tanışana kadar.

Uygulama ile hazırlık okurken, şu an konuşmadığım eski bir arkadaş sayesinde tanıştım. Kız bize ilk uygulamadan bahsettiğinde ciddiye almamıştım çünkü benim için ciddiye alınacak bir tip değildi. İnanın geçerli sebeplerim var ama anlatmayayım burada.

Neyse daha sonra bilgisayarda google reklamlarında çıktı geçen yaz. 3 aylık versiyonunu sadece bir dolar ödeyerek kullanabiliyordunuz. O zamanki fiyatı on liraydı. Neyse ben aldım. Alış o alış. 


Sevmemin sebebi çok youtube'da gezen biri değilim. Veya biri bana bir müzik önerdiği zaman kolay kolay dinlemiyorum. (Allah'ım sen bu ön yargılarımı yık. Amin) Kendim bulmam, keşfetmem gerekiyor. Yolda duyduğum bir müzik yada anime giriş ve kapanış müzikleri. Veya bir film izlersem içinde beğendim bir müzik olursa internetin altını üstüne getirip o müziği bulurdum.

Fakat bundan ibaretti. Ve müzik sever için az bu. Müzik listem eski ve dinlemediğim şarkılarla doluydu. 


Spotify'ın benim için artısı 'Haftalık Keşif Listesi'dir.



Bu keşif listesinin algoritması şu şekilde çalışıyor. (özet geçmeye çalışacağım umarım batırmam) Sizin seçip listenize eklediğiniz şarkıları spotify bütün kullanıcılarının şarkı listelerinde aratıyor. Eğer ortak şarkılarınız varsa bulduğu kullanıcının şarkı listesindeki bir kaç şarkıyı sizin haftalık keşif listenize ekliyor.

Aslında kısaca benzer müzik zevkine sahip insanların müziklerini birbirleri ile paylaşmasını sağlıyor.

Ha her zaman uyum sağlıyor mu? Hayır. Hiç listeme eklemeden geçtiğim haftalık keşif listeleri de oldu fakat yine de total de bu benim için harika bir fırsat.


Başka bir müzik uygulaması denemedim de ihtiyaç da duymadım. Telefonumun oynatıcısından dinlemek benim için ölüm çünkü şarkıyı bul, indir bana inanılmaz külfet geliyordu. 

Bir süre aylık on lira karşılığında devam ettim spotify ile. Taa ki onlar fiyatlarına zam yapıp fiyatına dört lira zam yapana kadar...

Evet fazla bir miktar değil farkındayım. Fakat ben öğrenciyim. Öğrencilik eşittir fakirlik bu ülkede. En azından sahte belgeler ve yalan dolanla her ay iki bin lira totalde burs almayan insanlar için.

Böyle olunca 'hop orada duracan.' demek durumunda kaldım. Aslında eski üyelerine sanırım üç ay daha on lira olarak fatura keseceklerdi fakat ben direk üyeliğimi iptal ettim. 


Sonraki üç ay zindan geçti benim için. Çünkü fark etmeden ben bayağı bayağı müzik dinliyormuşum. Ve kalabalık gürültüsünden, insan sesinden nefret ediyormuşum. Otobüste gidip gelirken kriz geçirecek hale geliyordum. (sanki yol bir saat gibi anlatmışım ama yirmi dakika. evet üniversite ev arası yirmi dakika ehehehe) 


Nisan ayı 'Eeeh yeterin be!' diye bir isyan ettim kendi çapımda. Yeni müzik keşfedemiyordum, üstüne telefondakiler artık beni bunaltıyordu. Yeniden bir hesap açtım. Ve premium'a geçiş yaptım. Fakat yeniden hesap açtığım için ilk bir ay ücret ödemedim. 

Sonra bu ay faturamın kesilmesine bir hafta kala instagram'da takip ettiğim birinden spotify'ın öğrenciler için indirim yaptığını duydum.


'Allah'ım dualarımı duydu sonundaaaaa.' diyerek koşa koşa başvurumu yaptım. (sadece üniversite öğrencileri için bu arada)


İlk önce kart bilgilerini giriyoruz fakat öğrenci olduğumuz onaylanana kadar ücret kesilmiyor.



İkinci adım olarak bizden bazı kişisel bilgiler istiyor ve onları dolduruyoruz.

Ardından bizim o okulda öğrenci olduğumuzu kanıtlamamızı istiyor. Benim sorduğum kişi makbuz gönderdiğini söylemişti ama ben birinci öğretim olduğumdan transkript ve ders programımı gönderdim. En fazla üç dosya yükleyebiliyorsunuz. 



Ardından öğrenciliğinizin onaylanıp
onaylanmadığına dair bir mail geliyor ve satın almayı onaylıyorsunuz. Benim konuştuğum kişiye ya dört ya da altı saat içinde gelmişti onay maili. Bana bir gün boyunca gelmeyince ben farklı farklı yedi belge falan gönderdim sanırım üç kez başvuru yaptım.



Sabırsızlık kötü bir şey.

Burada istedikleri şey okuduğunu belirttiğin okul adının ve kendi isminin aynı sayfada olması. Neyse işte bir şekilde hallettim ve spotify ile mutlu mesut geçiniyoruz şu an.


İnsanların gereksiz muhabbetlerini dinlemek zorunda kalmıyorum mutluyum derkeen kulaklığım hafif hafif arıza sinyali vermeye başladı.

Bu kulaklık fiyatları öldürüyor beni..

Geçmişe Kısa Bir Dönüş




Asla kendimi başarılı görmedim.

Bir memur çocuğunun eğitim hayatı genelde bölük pörçüktür. (hayatı da tabii ki) Tam alışırken hoop şehir değiştir, hadi her şey sil baştan. Zordur. Her çocuk kaldıramaz da doğru söylemek gerekirse. En azından benim on yıla aşkın süredir gözlemlediğim şey bu. Kimi  kişiliğini kaybeder girdiği her ortamda farklı birine bürünür; kimi iki ilden sonra içine tamamen kapanır hiçbir şekilde insanlarla iletişim kuramaz; kimi taşındığını yeni bir yerde yaşamak zorunda olduğunu kabullenemez bunalıma girer. En azından bunlar benim gördüğüm örnekler.

Lise hayatım çok yorucuydu. Bizim zamanımızdaki sınav sistemi ortaokulun her senesinin sonunda girilen 'SBS' adı verilen üç sınavın ortalamasının alınmasından oluşuyordu. Puanımı şöyle tarif edeyim size mesela bulunduğum şehrin fen lisesinin 10-20 puan altında kalıyor ama fen lisesinden sonra gelen bütün anadolu liselerinin puanını tutuyor.

Tabii o zaman bizim buraya geleceğimiz belli değildi. Ve babam doğuya gitmek zorundaydı bir yıllığına. Bizde haliyle babannemlerin kaldığı ilçede bir yıl kalmayı düşündük. (Aslında bu böyle değil. Ben size özetini anlattım. Babam, annem ve kardeşlerimi yanında istedi küçük bir çocuk gibi ve beni bir sene -evden doğru dürüst çıkmamış kızı- yapayalnız bilmediğim bir şehirde bıracaktı. Neden seni de götürmüyor diye bir soru oluşmuştur aklınızda onun cevabı benim gidebileceğim okul yoktu orada. Daha doğrusu beni yaşatmazlardı. ) Ve nitekim öyle de oldu. O sene bitince buraya geldik. Yine dediğim gibi iyi Anadolu liselerini tutuyordu. Fakat babamın fen lisesi takıntısı yüzünden a bir saat (servisle iki saat oluyordu) uzaklıktaki bir ilçenin fen lisesine nakil aldırıldım merkeze
Böylece iki yıllık her gün kilometrelerce yol ve gereksiz insanların çenesini çektiğim kabusum başlamış oldu.

Uyanış: 06.00
Servis geliş: 6.30
Okuldan çıkış:16.00
Eve geliş: 18.00

Eve geldiğimde zaten hiçbir şey yapamadan sızıp kalıyordum. Oraya gidip geldiğimiz yetmezmiş gibi bir de şehrin dört bir ucuna öğrenci dağıtılıyordu.
Neyse ki son sene babam hayatında -benim gözümde ve benim için- yaptığı tek doğru hareketi yaptı da beni bir temel liseye aldırdı. Orada zaten sayısal sınıfı altı kişiydi. Ve okul birinciliği cepte oldu.
Sınav yılımda neler olduğunu bazen çok yazasım geliyor ama birilerinin bana üzülmesi canımı sıktığı için yazmayacağım sadece. Kötü geçtiğini bilin yeter.

Yine de başarılı değilim. Şu an alttan bir sürü dersim var son sınıfta çalışmadığım yüzünden kalan. Zaman zaman beni gerçekten tanıyanlar bunun benim suçum olmadığını ve kendime bu kadar yüklenmemem gerektiğini söylüyorlar. Ama inanasım gelmiyor açıkçası. Hep kafamda 'Daha iyisini yapabilirdim.' düşüncesi. Oysa ki ben geri dönülemez bir hata da yapmadım. Yaptığım benim nazarımda hata olan her şey telafi edilebilir durumda şu an. Gerçi bana kalsa telafi edilemeyen hata çok nadirdir. Zararın neresinden dönülse kardır.

Bir gün kendimi gerçekten başarılı hissedersem bunu ilk duyanlar sizler olacaksınız Dünyalılar. Ama şu an için kafamdaki 'Başarılı' tanımına çok uzağım.


Bir Dört Göz Meselesi

Geçen gece sivilce kremimi sürmek için gözlüğümü çıkardım, yatağımın üstüne koydum. Sonra mutfağa gittim malum krem buzdolabında çünkü. Sürdüm geri geldim odama, telefonumu aldım ve yatağıma zıpladım.

Sonra 'Çıt' diye bir ses duydum.


Evet. Gözlüğün üstüne oturmuştum.

Gözlük takmaya yedi yaşında başlamış olmam gerekiyor. Çünkü ilkokula başladığım yıldan itibaren çekilen her fotoğrafımda gözlüklüyüm.
Yani on üç sene falan.


Bu ilkokulda bazen okula göz doktorları gelir bütün sınıflara göz testi yaparlardı. Bilmiyorum hala yapılıyor mu. O zaman ortaya çıkmıştı benim göz problemim olduğu. Aslında hem astigmat hem de miyop varmış bende. Yani çevirecek olursak hem etrafı bulanık görüyorum hem de uzağı göremiyorum.


On üç sene dile kolay cidden. Kaç gözlük çerçevesi eskittim emin değilim. Ama neler gelmedi ki başlarına? Defalarca üstüne oturdum veya bastım. Yarım çerçeve kullandığım zaman camları defalarca yerinden çıktı. Burun destekleri kaybolur ya da sürekli düşer. Kemik çerçevelerin boyaları eskir ve gözlük camları sürekli çizilir...



Tam kriz geçirilecek anlar. Hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor. Ama gözlük takmaktan hiç sıkılmadım. Çoğu zaman gözümde olduğunu unuttuğumdan da olabilir. Çünkü kelimenin tam anlamıyla SÜREKLİ takıyorum. Bazıları belli zamanlarda takıyorlar. Ders çalıştıkları ya da elektronik aletlerle uğraştıkları zamanlar gibi.


Ama benim öyle bir şansım yok. Çünkü gözlük gözümde olmadığı zaman zaten kısmen kör oluyorum. Her şey bulanıklaşıyor, burnuma sokmadan hiçbir şey okuyamıyorum. İşte bu yüzden dün yarım gün boyunca resmen kör gezdim. Tabi on saat sonra eski gözlüğümü takmayı akıl edebildim.


Gözlük ihmal edilirse de gerçekten göz derecesi büyüyormuş. Fakat bu çok televizyon, bilgisayar veya telefon da göz derecesini ilerletir olayı hurafeymiş. (Göz doktoruna sordum, evet.)

Lens takmayı çok düşündüm ama ben parmağımı gözüme sokamam. Vallahi yapamam. Hem biraz dikkat gerektiren bir işmiş ve açıkçası alacak olsam da günlük lensleri tercih edeceğimi sanmıyorum. Diğer üç ve altı aylık olanlarda epey pahalı olduğuna göre ben gözlüklerle devam.


Tam bir Velma'yım ya. Yeni gözlük takmaya başlayanlara birkaç hayat kurtarıcı ip ucu verecek olursam ilk her zaman gözlüğünü evde sabit bir yere koymanız olabilir.  Bu konuda çok çektim çünkü gözlük dediğiniz bir karış bir şey ve koyduğunuz yeri unutunca bulması gerçekten zor olabiliyor.

İkincisi sakın ha sakın bluzunuzun kenarıyla ve kolonya döküp silmeyin. Çizilebiliyor çizildiği zamanda özelliğini kaybedip kaybetmediğinden emin değilim fakat görüş kaliteniz kesinlikle düşüyor. (denendi %100 onaylı çalışıyor)

Ahh böyle işte. Instagram hesabımda bayağı eğleniyoruz bu arada. Sonra yok duymadım bana söylemedin demeyin. Kullanıcı ismim sabit, yalnizamaozgur. Sonra görüşmek üzere dünyalılar.

Anime Gecesi

Ailenizle ya da arkadaşlarınızla farklı bir şeyler izlemek isterseniz diye buraya birkaç film tarzında anime bırakıyorum. (temin ediyorum animasyon gibi değil bunlar bir buz devri yada karmakarışık tarzı bir şey beklemeyin)

Anime ve animasyonun farklarından şöyle bir bahsedeyim. Temelde anime japon yapımı animasyonlara deniyor aslında ama inanın (bana göre en azından) grafikleri, görselliği Disney animelerine göre çok çok daha iyi. Senaryoları da tabi ki. Neyse kısa keseyim ben buraya bırakıyorum ihtiyacınız oldukça birer doz alırsınız. 

(biraz kendimi yazmaya zorladığım için böyle samimiyetsiz bir yazı oldu kusura bakmayın dünyalılar)

Ruhların Kaçışı



Ruhların Kaçışı, Hayao Miyazaki tarafından yazılıp yönetilen 2003 yılında 'Uzun Metrajlı En İyi Animasyon Filmi' Oscar'ını kazanan Studio Ghibli yapımı Japon animasyon filmidir. Birçok ödül kazanan film aynı zamanda Oscar kazanan ilk animedir.

Bunu buraya bırakayım da gözünüz gönlünüz açılsın. (yazan gülüyor)




Hikaye baş kahramanımız Chihiro'nun babasının iş değişikli nedeniyle başka şehre taşınmaları ile gerçekleşir. Yolculuk devam ederken yanlış yola sapıp kendilerini bir alanda bulurlar. Bu festival alanı başta ne kadar terk edilmiş gibi gözüksede tezgahlarda çeşitli yiyecekler bulumaktadır. Chihiro yemeklerden yemeye başlayan anne ve babasını uyarmaya çalışır, evebeynleri onları dinlemeyince etrafa bakmaya karar verir. Akşam çökmeye başladıkça yarı saydam ruhları görmeye başlar. Anne ve babasının yanına korku ile döndüğü zaman onları bir domuza dönüşmüş halde bulur. 


 Chihiro'nun  tanrılara hizmet verilen bir handa bir süre çalışıp, anne ve babasını eski hallerine getirebilmek için bir yol bulmaya çalışması ile devam ediyor. 


Ailenizle, arkadaşlarınızla izleyebileceğiniz macera, doğaüstü güçler ve dram türlerini içeren bir anime.

Sesin Şekli



Bakın bunu izleyin. Sadece bu kadarını diyorum. Gerçi ben çok sulugözüm her şeye ağlıyorum ama bu harika bir anime. Hani tüylerinizi diken diken eden filmler vardır ya? Müziğiyle, atmosferiyle,hissettirdikleriyle. İşte bu onlardan biri.

Okul ve dram türünde.


Her şey geçmişten kesitlerle başlar. Ishida Shouya ilkokuldayken sınıflarına transfer gelen sağır kıza zorbalık yapmaya başlar. Ama olaylar ters şekilde gelişir. Birden kendini kendi arkadaşları tarafından edilen bir zorbalığın içinde bulur. Herkesten, her şeyden kendini soyutlayarak büyür. Ve hayatının dönüm noktası olan o kızı tekrar bulup arkadaş olabilmek için işaret dili öğrenir. 


Gerçekten herkesin kendinden bir şeyler bulabileceğini düşündüğüm bir anime. İzlemek için tık.



Hala aklınızda soru işaretleri varsa Türkçe altyazılı fragmanı buraya bırakıyorum.


Senin İsmin.




Yine Sesin Şekli'ne benzer tarzda  bir anime. Yani inanın o kadar güzeldi ki yazacak bir şey bulamıyorum.


Mitsuha, kırsal kesimde, dağların etrafını sardığı bir kentte yaşamaktadır. Belediye başkanı olan babası genellikte evde bulunmadığından evinde daha çok ilkokul öğrencisi kız kardeşi ve büyük annesiyle kalan Mitsuha her ne kadar dürüst bir kişiliğe sahip olsa da ailesinin Shinto tapınağına ait geleneklerden ve babasının seçim kampanyasında yer almasından hiç hoşlanmamaktadır. Kırsal kesimde yaşadığı için içten içe üzülmekte ve Tokyo’daki harikulade şehir hayatını arzulamaktadır. 





Taki ise Tokyo’nun merkezinde yaşayan liseli bir gençtir. Arkadaşlarıyla zaman geçirmekten hoşlanan ve bir İtalyan restoranında yarı zamanlı çalışan Taki, mimariye ve güzel sanatlara ilgi duymaktadır. Günlerden bir gün rüyasında daha önce hiç gitmediği dağlar arasına kurulmuş bir şehirde yaşayan genç bir kız olduğunu görür. Mitsuha ise erkek olduğu bir rüya görecektir.

Rüyalarının arkasındaki sır nedir? İzlemek için tık.

Fragman


Yürüyen Şato

Yürüyen Şato, Hayao Miyazaki tarafından yönetilen Diana Wynne Jones'un aynı adlı kitabından uyarlanan Studio Ghibli yapımı bir animedir. Kitaplar aslında bir üçlemeden oluşuyor ilk kitabın incelemesini Instagram profilimde bulabilirsiniz.


Kendi halinde olan 18 yaşındaki Sofie, kötülükler cadısı tarafından 90 yaşında yaşlı bir kadına dönüşür ve bütün hayatı değişir. Kimse tarafından tanınmayan Sofie evini terkeder, ve yolculuğu onu sürekli yer değiştiren, içinde Howl isimli bir büyücünün yaşadığı bir şatoya getirir. Sofie nin üzerindeki lanet ancak bu şatoda çözülebilecektir.


Türkçe altyazılı fragmanını bulamadım ama bir ara TRT1'de studio ghibi'nin bazı animeleri yayınlanıyordu yani görmüş olmanız olası. İzlemek için tık.

Marnie Oradayken

Gerçekten. Bir sürü anime izledim animasyon izledim. Ama şu Studio Ghibi'nin kötü bir film yaptığını bir kez bile görmedim. O kadar güzel bağlanmış bir senaryo ki.

Hiç arkadaşı olmayan Anna bir gün evinin yakınlarında bulunan kum tepelerinin orada Marnie’yle karşılaşır. Marnie, insanlardan uzakta yaşamaktadır ve bataklıktaki eve yeni bir aile taşınınca Marnie ortadan kaybolur. Anna sahip olduğu bu tek arkadaşın peşine düşmekte gecikmez. İzlemek için tık.

Kurt Çocuklar

Dram filmlerinden gerçekten nefret ediyorum. Bunun tek sebebi ise çok sulu göz olmam sanırım.


On dokuz yaşındaki Hana üniversitede sessiz sakin kendi halinde bir gence aşık olur. Ve bir fırsat eşiğinde tanışırlar. Muhabbetleri ve aşkları ilerlerken bir gün evlenme kararı alırlar ve ardından Hana büyük bir gerçeği öğrenir. Eşi "Ookami" bir kurt adamdır ve türünün sonudur.

Ardından bir zaman geçer ve iki tane çocukları olur. Birine "Yuki" birine "Ame" derler. Yuki oldukça inatçı ve yaramaz bir kızdır. Ame ise tam tersi, oldukça sessiz ve ürkek.


Ve bir gün babaları ortadan kaybolur. Aradan geçen bir zaman sonra babalarını ölü bulurlar. Bunun üzerine hayatları git gide daha da zorlaşır. Ardından bir karar alan Hana şehirden uzak, ıssız bir dağ evine taşınır. Taşındıkları yeri benimserler ve güzel bir hayat sürerler. Fakat ortada büyük bir sorun vardır. Çocukları kim olduklarıyla ilgili sorular sorarlar, ve ne olacaklarına dair endişeleri vardır. Kurt mu, yoksa insan mı? İzlemek için tık.



Bir de dipnot olarak tema çekilişi yapan bir blogger arkadaşımız var. Katılmak isterseniz tık.

Anime ile ilgili bilgim o kadar fazla ki hani bazen nereden başlayıp yazsam diye gerçekten çok bocalıyorum. Yine de bir bölüm daha bitti. Keyifli zaman geçirmeniz dileğiyle dünyalılar.